YAŞAYAN SAFAİ, BEN DİYEYİM ‘DERVİŞ’, SİZ DEYİN ‘FİLOZOF’…

Yaşayan Safai, ben diyeyim ‘Derviş’, siz deyin ‘filozof’…
16 Nisan 2025/Özcan Özgür
EGET ( Eğitim, Geriatri, Ekolojik Tarım, Turizm) Vakfı’nın Filolog H. Özlem Uzman ile birlikte kurucusu olan S. Safai Özer’i tanımıyorum. Gerek Op. Dr. Naki Bulut’tan dinlediklerim, gerekse Vakfın internet ortamındaki paylaşımları ve gerekse Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi’nde 2022’nin ‘ölmenin zor olduğu’ Haziran ayında “Yaşayan Safai” olarak adlandırılan anma töreninden bende kalanlardan sonra O’nu tanır gibi oldum ve tanımamış olmama üzüldüm.
Oysa 10 yıl önce Vakıf kurulduğunda yapılan tanıtım etkinliğine davet edildiğimde icabet etmiş olsaydım O’nu ben de tanıma muradına ermiş olanlardan olabilirdim. Ön yargıları ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan zordur ya, o yıllarda ben de ön yargılarından arınamamış olanlardandım. Bugün de Vakfın içinde olan ve o zamanlar “makbul” görmediğim kişilerden olan biri getirmişti davet iletisini. Biraz da onun şahsında kuşkuyla bakmıştım vakfa…
Meğer Op. Dr. Naki Bulut da işin içindeymiş.. Bilmiyordum. Bilseydin O’nun orada oluşu ‘referansım’ olurdu. Safai’yi 10 yıl önce tanımış olurdum. Dost bile olurduk belki…
Dostları, yakından tanıyanları O’na Cervantes’in Don Kişot’undan esinlenerek “Son Kişot” diyorlar. İsabetli yakıştırma olmuş. Ben de “Modern çağın son dervişi” yakıştırmasında bulunuyorum…
Dünkü yazımda O’nunla ilgili “Kendisi için yaşama dair bir beklenti geliştirmeyen ve tüm yaşam felsefesini başkalarına yardım etmek üzerine kurduğu” ifadem olmuştu, böyle biri ‘derviş’ olmalı…
Tütün kullandığını CHP önceki Muğa Milletvekillerinden Prof. Dr. Nurettin Demir’in Göcek’ten yaptığı bir paylaşımdan öğrendim. Nurettin Hocam “Ama biri vardı ki, Safai, sigara tabakasını açışı, özenle kıyılmış tütünü sarışı, diliyle ıslatılıp kağıdını kapatışı, o sigarayı keyifle yakışıyla ilk tüttürüşünün her bir anını sanatsal bir harekete büründürürdü…” diye anlatmış.
Neredeyse özendirecek bir anlatım olmuş. Sakın ha… Ben bırakalı 10-15 yıl oluyor. Daha orta okul da başlamıştım. Lise yıllarımda 2, 3 paket Birinci sigarası tüketirdim. Yüksek öğrenimde Parlament’e terfi etmişken bıraktım. Rahat ettim… Şimdi kokusundan bile tiksiniyorum…
Nurettin Hocam yaptığı betimleme ile aslında Safai’yi değil, tefekkür eden ‘Anadolu’yu; toprak insanı köylümüzü anlatmış. Şehir insanı pek sarma tütün içmez. İçeni de paketlenmiş, aromalanmış içer.. Toprak insanı (daha çok yaş almışlar) kendi ekip yetiştirip kuruttuğu tütünü kıyar, sarar tüttürür…
Hepsinin sarıp tüttürüşü aynıdır, kendisiyle baş başa kalınan bir törensellik… Safai’nin çağdaşı olmuş olsaydı tütünle ilk tanışmış olan ‘Oturan Bağa’ da muhtemelen aynı törensellikle, aynı mistik havada tüttürürdü…
“Yaşayan Safai” anma gecesinde Safai Özer’in Antalya’dan, Burdur’un bir dağ köyüne, oradan Muğla’ya uzanan yolcuğu çeşitli video gösterimleriyle anlatıldı.
Nurettin Hocam da Safai’yi bence o anma töreninden sonra kaleme aldığı metinde geçen “Yüzündeki çizgilere bakıp Anadolu’nun son 70 yılının izlerini taşıyan bir yurtseverdi.” ifadesiyle özetlemiş.
İşte bu Safai kendisiyle ilgili anlatılanlarla bana bir ‘derviş’ bir ‘ermiş’ gibi geliyor…
O anma gecesinde anlatıcılardan ülkemin ‘Anadolu, anadolunun kokusu, üzüm gibi ezilmişliği, yorgunluğu, sabrı ve direngenliği gibi kokan’ Fikret Otyam ve Onun gibilerle yaşamışlığını, Antalya’da Kaleiçi’nde bir eski Rum Evini restore edip, Otyamları bir araya getiren bir ‘kültür sanat evi’ haline getirdiğini, öykü, şiir akşamları gerçekleştirdiğini, ama o ‘mabedin’ onlara, insanlığa çok görülüp 8 Aralık 1992 de bir akşamüzeri kundaklandığını, sonra da sevdası ülkesini terk edecek kadar yaşama sırtını döndüğünü öğrendim.
Kültür sanat sevdalısı Mimar Safai yurt dışa çıkar, Makedonya da adeta inzivaya çekilir, kendini keşfeder, yaratıcılığının farkına varır, oradan dönmek için Anadolu’da bir yer arar…
Nurettin Hocam anlatımında “Safai çok farklı çok değişik bir kişilikti.” demiş. Ben “İnsandan farklı olanlara yabancı bir insan” demeyi uygun buluyorum. Boş bulunup “Ene’l Hak” da demiş olabilir mi bilmiyorum, ama “İnsanı Kamil” mertebesine ulaşabilmiş olanlardan desem abartmış mı olurum onu da bilemiyorum…
Anadolu da aradığı yaşamının bir kısmını geçireceği o yer Burdur Gölhisar’da bir köy olur. Kargalı Köyü… Mimar Safai burada köyün yamacına elleriyle yaptığı kerpiç eve yerleşir. Yıl 1993… Köyden kimselere söz etmez. Esenliktepe adını verdiği bu köyde koyunları ile yaşarken adeta saklanır. Burada koyunları ile yaşarken boyamalarını yapar, kitaplar, şiirler yazar, çeviriler yapar. Kendini yeniden bulur ve şöyle anlatır:
“Geometrik olarak arttı üretkenliğimiz, dinginliğimiz. Hiç bir zorluk çekmedik doğayla bütüncül bir yaşam kurmakta. Oysa 3, 4 göbektir kentlerde yaşayan bir ailedendir buncağız. Olası ki çok hazırmışız böylesi bir yalnızlığa, yalınlığa. İşin gizi işi yapan ile yapılan iş arasındaki ikiliği ortadan kaldırmakta ve yapılan işin ta kendisi olmakta yatıyor. Benini boşlayıp toprakla toprak, çimenle çimen, çekirge ile çekirge, bulutla bulut, ağaçla ağaç, koyunla koyun, sebze ile sebze olacaksın ki ayrımsayabilesin onların dertlerini…”
Ben bu insan için ‘derviş’, ‘ermiş’ yakıştırması yaptım, olmadı siz ‘filozof’, ‘felsefeci’ tanımlaması da yapabilirsiniz…
Ötesini Nurettin Hocamdan dinleyelim:
“ Türkiye’nin kalkınmasında tarım ve hayvancılığın önemini anlatmak için yaşayarak mücadele etti. Sönmez tipi koyun elde etmek üzere sakız koç ve Tahirova koyun melezleşmesi çalışmalarına katkı koymaya çalıştı. Elde edilen melez dölleri ikinci aşamada Tahirova koçlarıyla çiftleştirmek, geliştirmek için arkadaşlarıyla epey uğraştı. %25 Sakız + %75 Tahirova genotipi üzerinde oluşturulan Sönmez koyunlarının Türkiye’nin Küçükbaş Hayvancılığına büyük katkı koyacağına inanıyordu. Ben koyunculuk yapacağım dediğimde, Sönmez koyunlarının özelliklerini saatlerce anlatmış; sütü bol, çok yavru yapan ve tüylerinin ne kadar yumuşak ne kadar kıymetli oluşundan ve özelliklerinden uzun uzun söz etmişti. Koyun ve keçiden söz edildiğinde gözleri bir başka parlardı.
Özlem Uzman ile Muğla’ya geldiler ve eğitimin öneminin daha da arttığı günümüzde gençlerin önünü açmak, yetiştirmek için gece gündüz çalıştılar. EGET Vakfını kurdular. Ülkemizin ve gençliğin geleceği en büyük uğraş alanlarından biriydi. Vakıf olarak trüft mantarı yetiştirmek için Ula ilçesinde Armutlu’da meşe fidanları dikildi. Lavanta bahçesi oluşturdular. Trüft mantarlarını, ürettikleri lavantayı satıp çağdaş, Cumhuriyet ilkelerine bağlı Atatürkçü gençler yetiştirmek en büyük hayallerinin başında geliyordu. Muğla Menteşe’de jeotermal alan araştırmaları yaptırdılar. Projeler hazırlattılar.Sağlık turizmi için çalıştılar.”
Bu konuyu yarın biraz daha açarız. Şu kadar söyleyeyim; Türüf mantarı, Lavanta bahçesi de sanırım gençlerin eğitimine katkı için kurulan “İktisadi İşletme”nin de temellerini oluşturdu…
Şu günlerde TÜLOV Başkanlığını yapmakta olan Prof. Dr. Nurettin Demir, Göcek’ten paylaşımında “Özlem Hanımın ısrarlı çalan telefonunda 03.06.2022 günü ‘Yaşayan Safai’ anma gecesi düzenlediklerini, geceye beklediklerini iletti. Her ne olursa olsun gitmeliydim. Gelen davetiyede “9-Mart-2022 tarihinde sonsuzluğa uğurladığımız çok yönlü insan, mimar, ressam, yazar, şair, düşünür Safai, birçok insanın yüreğinde silinmeyecek izler bıraktı.” diyor.
Ben de Op. Dr. Naki Bulut’tan davet almıştım. Aralarında bir iki hoşlanmadığım olsa da (Elbette benden hoşlanmayanlar da varmıştır) Muğla’da ne kadar güzel insan varsa o gün orada toplanmıştı.
Sevgili kızım Delfin ile gitmiştik. Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi konferans salonunda bizi ‘Gölhisar’da sahip olduğu sıfatı’ ile Çoban Safai’nin ‘Son Kişot resimlerinden’, sanatsal fotoğraflarından oluşan sergisi karşılamıştı.
Girişin solunda roman, şiir ve denemelerinin sergilendiği kitapları standı kaplamıştı.
Etkinliğin en güzel yanı ise, Muğla’dan ve Muğla dışından gelerek salonun her yanını dolduranlar, program öncesi kokteylde toplaştıkları yerlerde “dedikodu” yapmıyorlar, Safai’yi konuşuyorlardı…
Sayfalarca yazabileceğim bu yazımda Nurettin Hocam’dan fazlasıyla yararlandım.
Onun ifadeleriyle noktalayalım:
“Safai ile ilgili ne çok bilmediklerimiz varmış. Dinledikçe gördükçe hayranlığımız arttı. Yaşama tekrar kazandırdığı, çağdaş birer insan olmada büyük çaba gösterdiği öğrencilerden tutun da Esenliktepe köyünde komşularına verdiği yürek dolusu sevgiye değin neler neler yoktu. Cervantes’in Don Kişot’undan Anadolu bozkırlarındaki Son Kişotuna dek bir yaşamı bir geceye sığmadı.
O sadece bir çevreci, doğa sever, yazar, ressam değil iyi bir Anadolu çalıkuşuydu…”
Nurettin Hocam, Safai’nin anlatısının bir yerinde geçen “Biçim değiştirmekteyiz yalnızca bir yandan da: Ne doğmaktayız gerçekte, ne büsbütün ölmekte. Ölümü bile bir yanılsama olacak erklerdeniz çünkü biz. O ölüm ki gerçekte yeni doğumlara gebe, O ölüm ki, dinlence!” ifadesini kullanarak “O şimdi sadece dinlencede, 70 yıllık yaşamında Anadolu topraklarında, dostlarıyla bıraktığı değerlerle yaşamaya devam edecek. Safai sadece EGET Vakfı ile değil, adının verildiği bir sokak ya da cadde ile de yaşamalıdır.” diyor…
Umarım Ahmet Aras ve Gonca Köksal Başkanlar da duyarlar…